NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
   
  ultrabedavalar
  Çanakkale
 
ÇANAKKALE

 


Yüzyılın son centilmen savaşları


Çanakkale Savaşları, “yüzyılın son centilmen savaşları” olarak
değerlendirilir. Bu değerlendirme, özellikle karşı karşıya gelmeden sadece
teknolojik üstünlüğe dayanarak yüzlerce, hatta binlerce kilometre öteden
füzelerle, gemilerle ve uçaklarla yapılan günümüzün ahlâksız savaşlarına
kıyasla, savaş ahlâkı ve kuralları açısından bakıldığında son derece farklıdır.


Bu savaşta askerlerimiz, iman hassasiyetleriyle bütün dünyaya
büyük bir insanlık dersi vermişler ve savaşın merhamet boyutunu, düşmanlığın
dostluğa dönüş örneklerini göstermişlerdir. Onlara göre düşman cephede iken
düşmandır; kurtarılmayı bekleyen bir acziyet içinde iken ve esir alınmışsa artık
misafirdir. Çünkü insandır. Savaş cephe dışında değil, cephede yapılır. İşte
birkaç örnek:


“Son zamanlarda Türklerle iyi iletişim kuruyoruz. Siperlerine,
Mısır'daki kamplarımızda tutulmakta olan Türk savaş esirlerinden gelen ve çok
iyi bakıldıklarını anlatan mektuplarıyla, sağlıklı ve mutlu olduklarını gösteren
fotoğraflarını atmıştık. (Gerçi bizim askerler bunu yapmamızı pek istemiyorlardı
ama...) Karşıdan şu cevabı aldık: Sadaka ile yaşayan bir adam, domuzun, lânetin
tekidir. Karnımız tok olduğu gibi, yedek yiyeceğimiz de bol. Ellerimizde
tüfeklerle hazırız. İngilizlerin çok silah ve cephanesi olabilir. Ancak, bizim
de süngülerimiz ve inancımız var. Eğer iddia ettiğiniz gibi büyük bir millet
iseniz, neden üstün ilkeler doğrultusunda hareket etmiyorsunuz da, başkalarının
aklını çelerek sadakatlerini bozmaya çalışıp alçalıyorsunuz?...” (Gazeteci
C.E.W. Bean'ın 10 Kasım 1915'te günlüğüne “Türkler: Yaşamın Güzel Yanları”
başlığıyla düştüğü notlardan.)


“Türkler çok dürüst savaşçılar. Kahramanlık ve cesaretleri
tartışılmaz. İşkence, zulüm ve domdom kurşunu konusundaki tüm iddialar yalandır.
Geçen gün, yanlışlıkla atılan bir şarapnel ile Kızılhaç katırlarından birisini
öldürdüler. Anında özür dilediler. Daha önce de yaralılarımızla ilgilendiler.
Onları, kıyıya bırakıp bize haber verdiler.” (Avustralyalı bir albayın Ekim ayı
sonunda ülkesine yolladığı mektupta “Siperlerdeki Yaşam ve Türkler” başlığı
altındaki ifadelerinden.)


“...Hastaneye ateş edilmiyor, zehirli gaz kullanılmıyor. Triumph
(savaş gemisi) isabet alıp batmaya başlayınca, tekrar ateş edilmiyor. Türkler
asla ikili oynamıyorlar. Bunun aksini iddia edenler Gelibolu'ya gelmiş
değillerdir.” ( Otago Times Gazetesi, 1 kasım 1915, “Savaşçı Olarak Türk”
başlıklı yazıdan)


“...Şu ana kadar bu cephede Türklerin savaş yöntemlerinin adaletli
olduğunu kabul etmek insaf gereğidir. Türklerle Avustralyalılar arasındaki savaş
mertçe cereyan etmektedir ve sonuna kadar böyle kalacaktır. Bu savaştan önce
Türkleri hor görürdük. Artık böyle bir şey söz konusu değil.” (The Age adlı
Avustralya gazetesi, 11 Aralık 1915, “Gaz Bombası Saldırısından Korkulmuyor”
başlığıyla yayınlanan yorum yazısı.)


Fatih Sultan Mehmed'in kurduğu şehir


Yunan egemenliğine, Pers hakimiyetine şahit olmuş, İskender'in
eline geçmiş, Bergama, Roma ve Bizans krallıklarını görmüş, Slav ve Hun
saldırılarını göğüslemiş bir yöre... 6. ve 7. yüzyıllarda müslüman Arapların
akınlarına maruz kalmış... Sonra Türkmenlerle tanışmış... Büyük Selçuklu,
Anadolu Selçuklusu, Karesi Beyliği... Ve I. Murad Hüdavendigar Dönemi
(1360-1389)... Artık Osmanlı toprağıdır. Yıldırım Bayezid Han, Çelebi Sultan
Mehmed, II. Murad derken, Fatih...


Çanakkale boğazından geçişi kontrol altına almak isteyen Sultan,
İstanbul'un fethinden 10 yıl sonra Anadolu yakasında Kocaçay (Sarı Su) ağzındaki
bir düzlük üzerine Kal'a-yı Sultaniyye adında bir kale yaptırdı (1463). Kale
stratejik öneme sahipti. Venediklilerle Osmanlılar arasındaki mücadelelerde sık
sık saldırıya uğradı, büyük savaşlara tanık oldu.


18. asrın ortalarında ipekçilik, yelken bezi ve çanak-çömlek
imalatı ile şöhret buldu. Artık Kal'a-i Sultaniyye yerine Çanak-Kal'ası adı
kullanılmaya başlanmıştı. Zamanla bu isim Çanakkale'ye dönüştü ve bu yerleşim
birimi bağ ve bahçelerle çevrili, çınarların gölgelediği bir şehir halini aldı.


Fatih, Kal'a-yı Sultaniyye'nin karşısına Rumeli tarafına bir başka
kale daha yaptırmıştı. Ona da Kilîdü'l-bahr (Kilitbahir, deniz kilidi) adını
vermişlerdi. IV. (Avcı) Mehmed zamanında (1648-1693) Sadrazam Köprülü Mehmed
Paşa Çanakkale Boğazı'na Fatih'in yaptırdığı kalelerin biraz daha güneyine iki
kale daha yaptırdı. Rumeli kıyısındakine Seddülbahir (Deniz seddi, engeli),
Anadolu yakasındakine ise Kumkale adı verildi.


Acılı günlere doğru


Fatih Sultan Mehmed'in hatırası olan Çanakkale, tarihinin en acılı
günlerini 20. yüzyıl başında Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşadı.


O dönemde rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları
Avrupa'yı ikiye bölmüştü. Almanya-Fransa ve Rusya-Avusturya arasındaki çekişme
gerginliğe dönüştü. 28 Haziran 1914'te Avusturya-Macaristan Veliahdının bir Sırp
tarafından öldürülmesi, bu gerginliği zirveye taşıdı. Avusturya'nın 28 Temmuz
1914'te Sırbistan'a seferberlik ilanıyla I. Dünya Savaşı başladı: Bir yanda
Almanya, Avusturya-Macaristan, yani İttifak Devletleri, öbür yanda İngiltere,
Fransa ve Rusya'dan oluşan İtilaf Devletleri...


Bu arada Osmanlı Devleti dışta ve içte bunalım üstüne bunalım
yaşıyor, toprak ve güç kaybediyordu. Son olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları
ile arka arkaya yenilgiler almış, Doğu Trakya dışında Avrupa'daki bütün
topraklarını kaybetmiş, saygınlığını yitirmişti. Son facialarla devletin Afrika
kıtasıyla ilişiği kesilirken, Avrupa'da çok küçük bir toprağı kalmıştı.
Afrika'da 1.200.000, Rumeli'de ise 250.000 km²' lik yer elden çıkmıştı.  Artık
Osmanlı Devleti'nin ölümü bekleniyor, paylaşım plânları yapılıyordu.


Mesela, Rusya boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi
hedefliyor, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunu Osmanlı baskısından
kurtarmayı, ayrıca Orta Avrupa'ya sızan Alman-Avusturya ordularını arkadan
çevirmeyi tasarlıyor, Fransa; Lübnan, Suriye ve Kilikya'nın kontrolünü düşlüyor;
Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Antalya'ya sahip
olmak istiyordu.


Osmanlı Devleti önce İtilaf Devletleri ile birlikte olmaya
niyetlendiyse de, Rusya'nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı'yı Almanya saflarına
yönlendirdi ve 2 Ağustos 1914'te yapılan gizli bir antlaşma ile Alman-Türk
ittifakı kesinleşti.


Güvenliğini sağlama almak için seferberlik ve silahlı tarafsızlık
ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914'te İngiliz donanmasından kaçan Goeben
ve Breslau adlı Alman savaş gemilerinin boğazlardan geçmesine izin verdi ve
boğazları tüm yabancı gemilere kapattı.


Nerede o eski Osmanlı Donanması?


Goeben ve Breslau'ın boğazlardan geçmesi İtilaf devletlerinin
tepkisine yol açtı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, bu iki gemiyi, daha önce
İngilizlere sipariş ettiği ve hatta parasını ödedikleri halde alamadığı iki gemi
yerine satın aldığını açıkladı. Osmanlı Devleti bu konuda haklıydı. Zira bir
zamanlar Akdeniz'i adeta “Türk Gölü” haline getiren Osmanlı Donanması ne yazık
ki o tarihlerde kayıplara karışmıştı. Düşman da durumun farkındaydı. Nitekim
Kraliyet Armadası Birinci Lordu Earl Selbourne , 1903'te İngiltere'deki bir
brifingde Osmanlı Donanması için “Mevcut bile değil!” demekteydi.


Devlet, donanmayı güçlendirmek için teşebbüse geçmiş ve
İngiltere'ye 40'a yakın irili-ufaklı gemi siparişinde bulunmuştu. Başlangıç için
günün değerleriyle 4 milyon Sterlin'e iki Drednot (Drednot tipi gemiler daha
hızlı hareket edebiliyorlardı, yüzen bir filo gibiydiler, fakat yeni
deneniyorlardı) ısmarlanmıştı. Birine o dönemde tahtta bulunan Sultan 4. Mehmed
Reşad'dan dolayı Reşadiye, diğerine de Sultan Osman-1 adı verilmişti. Gemilerin
alınabilmesi için bütçe yeterli olmadığından geniş bir bağış kampanyası
düzenlenmiş, kahvelerde, halkın toplu olarak bulunduğu yerlerde, müsamerelerde
ve eğlencelerde, hatta öğrencilerin eline kumbaralar verilerek bayramlarda bile
para toplanmıştı. Yüksek miktarda bağışta bulunanlara “Donanma İane Madalyası”
veriliyordu.


Fakat işler umulduğu gibi gitmiyordu. Osmanlı Devleti'nin Birinci
Dünya Savaşı'na sürüklendiği günlerde İngiltere gemileri vermekte tereddüt
ediyordu. Churchill, Sultan Osman'a el koymanın çok büyük bir diplomatik
karmaşaya sebep olacağını bilmekle beraber, İngiliz Armadasının önüne
çıkabilecek böylesi bir gemiyi teslim etmek istemiyordu. 3 Ağustos 1914'te
Sultan Osman ve Reşadiye'ye el konduğu resmen açıklandı.


İşte Goeben ve Breslau, daha önce İngilizlere sipariş edilip
parası ödenen söz konusu iki gemi yerine satın alınmış oluyordu. Yavuz ve
Midilli adı verilen bu iki savaş gemisi böylece Osmanlı Donanması'na katıldı.


27 Eylül 1914'te Amiral Souchon komutasındaki Yavuz, tatbikat
amacıyla çıktığı Karadeniz'de Ruslar'a ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını
bombalayınca, 1 Kasım 1914'te Ruslar Kafkasya'da sınırı geçerek fiilen savaşı
başlatmış ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşın içine çekilmiş oldu.


Osmanlı Devleti'nin elinde bulunan boğazlar, konumları nedeniyle
özellikle Avrupa için çok büyük bir önem taşıyordu. Stratejik, ekonomik ve
kültürel açıdan paha biçilmez değerdeydi (hâlâ da öyledir). İtilaf
Devletleri'nin boğazları açmak istemelerinin baş sebebi, işte bu stratejik
mevkie hakim olma arzusuydu. Böylece Rusya'ya yardım edebileceklerdi. Aynı
zamanda Almanya'dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen
Osmanlı yalnız bırakılmış ve barışa mahkum edilmiş olacaktı. Ayrıca boğazlara
hakim olmak, İstanbul'u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde manevi bir
yıkıma yol açmak anlamına geliyordu. Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarı
sayesinde İtilaf Devletleri'ne katılacaktı.


Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm müslüman
sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız edecek hiçbir olay
yaşanmayacaktı.


“Denizlere hakim olan dünyaya hakim olabilir”, ama Çanakkale'ye
asla...


İngilizler, “denizlere hakim olan dünyaya hakim olur” düşüncesiyle
hareket ediyordu. Boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına
inanmışlardı. Bu sebeple harekâtın donanmayla gerçekleştirilmesine karar
verildi. Tarihinde hiç yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah,
teknoloji ve başarı açısından kendine güveni tamdı. Fransa'nın da desteği ile
dünyanın en büyük armadası oluşturulmuştu. Hiçbir gücün bu donanmaya karşı
gelemeyeceği düşünülüyordu. İngilizlere göre yıpranmış, teknolojik açıdan iyice
zayıf düşmüş ve parçalanmak üzere olan Osmanlı Devleti, bu armada ile asla baş
edemezdi.


Batılı kaynaklarda Gelibolu Savaşları adıyla da anılan Boğazlara
yönelik harekâtın ilk deniz hücumu 3 Kasım 1914'te iki İngiliz harp gemisinin
Ertuğrul ve Seddülbahir , iki Fransız gemisinin de Kumkale ve Orhaniye
tabyalarını bombardıman etmesiyle başladı. İtilaf Devletleri 5 Kasım 1914'te
Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti de buna 11 Kasım'da çıkan
bir irade ile cevap verdi. Fakat asıl deniz harekâtı 19 Şubat 1915'te başladı.
Şubat-Mart 1915'te düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama
gemileri olabildiğince yol açtı.


Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan ve bu iş için
tahmini 1 aylık bir süre biçen düşman, Osmanlı'nın kararlı direnci karşısında bu
işin o kadar da kolay olmadığını anlamaya başlamıştı. Bir ay boyunca yapılan
bombardımana rağmen, kayda değer bir gelişme elde edilememişti.


18 Mart'a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli
yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasındaki Kumkale
ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Böylelikle boğaza giriş kapıları
aralanmıştı ama ileride olacaklar hâlâ belirsizdi.


“Kara bulut gibi gemi dolu. Hangisine atarsan at!”


18 Mart 1915 sabahına böyle gelinmişti. Kimse neyle
karşılaşacağını bilmiyordu. Müttefiklerin plânına göre; 18 Mart sabahı 3 deniz
tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi.


Yenice-Çınarcık Köyü'nden Ahmet Başaran 1981 yılında o günü şöyle
anlatıyordu: “Tahir Oğlu Ahmet benim adım. 1303 (1887) doğumluyum. 94
yaşındayım. 6 yıl askerlik yaptım. Çanakkale Boğazı kara bulut gibi gemi doluydu
o gün. Hangisine atarsan at.”


11.30'da merkez tabyalarına ateş başladı. Saat 14'e doğru Suffren
büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet'de onu izlemekteydi. Derken
Bouvet'de bir-iki patlama oldu ve 3 dakikada suların altına gömüldü. Derin bir
şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi
kesmiştiler. 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk
etmişti. 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible'ın durumu kötüydü ama yoğun
bir çabayla Bozcaada'ya ulaşabilmişti. Saat 15.14'de İrrisistible'ın yanında
korkunç bir patlama duyuldu, 16.15'te de tabyalardan uzaklaşmak isterken bir
mayına çarptı. 18.05'te geri çekilirken Ocean da mayına çarpmıştı. Tahir oğlu
Ahmet'in anlatımıyla: “O gün batanı battı, batmayanı geri çekilip kaçtı...
Gittiler...” İngiliz ve Fransız filoları mevcutlarının yüzde 35'ini kaybedip
çekilmek zorunda kalmıştı.


Teknik detaylara girmeden söyleyecek olursak, savaş, daha sonra 18
Mart 1915'ten itibaren yaklaşık 10 ay denizde olduğu kadar karada da devam etti.
Bu dönemde Osmanlı askeri dünyanın en güçlü zırhlılarınca sürdürülen cehennemî
bombardımanlar altında saldırganlara karşı yılmadan aylarca direnmiş ve sonunda
düşmanlarını yarımadayı terk etmek zorunda bırakmıştır.


Derin ve kalıcı etkiler


Onca çabaya ve üstünlüğe rağmen İtilaf güçlerinin başarısızlığıyla
sonuçlanan Çanakkale muharebeleri, Birinci Dünya Savaşı'nın seyrini değiştirip
uzamasına sebep olduğu gibi Çarlık Rusyası'nın çöküşünü de hazırlamış ve
İngiltere'de hükümet değişikliğine yol açmıştır.


Bir yıldan fazla süren ve dünya savaş tarihinde farklı bir yeri
olan bu muharebelerde her iki taraf büyük kayıplar vermiştir. İtilaf Devletleri,
Çanakkale'ye 410 bin İngiliz, 79 bin Fransız asker göndermiş, sadece İngiliz
kuvvetlerinin toplam kaybı 213.980 kişiyi bulmuştur. Çanakkale muharebelerine
katılan Osmanlı kuvvetleri (yaklaşık 700 bin kişi) genellikle kısım kısım
kullanıldığından, zayiatın belirlenmesi güçleşmiş ve çeşitli rakamlar ortaya
atılmıştır. Bu rakamlar 190 bin ilâ 350 bin arasında değişmektedir. Genelkurmay
Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı'nın resmi kayıtlarına dayanarak tespit
ettiği şehit sayısı ise 213.882'dir.


Milletimiz bu savaşta çok sayıda yetişmiş insanını (kesin olmayan
tahmini rakamlara göre, o günün şartlarında ülkenin beyin takımını oluşturan
100.000'den fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk ocaklarında yetişmiş
okur-yazar yitirilmiştir.) kaybetmesine rağmen, Balkan Savaşı'ndan kalma
ezikliği üstünden atarak büyük bir askeri başarı kazanmıştır.


Çanakkale zaferi bütün İslâm dünyası ve ezilmiş milletler için
yeni bir ışık olmuş, Türk edebiyatında halkın hislerini dile getiren pek çok
esere de konu teşkil etmiştir.
 
   
 
ultrabedavalar.tr.gg Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol